- Eğitimler
- Televizyon Programları
- AKŞAM KAHVESİ | "2014-2015 YAYIN DÖNEMİ"
- AKŞAM KAHVESİ KONUK DEFTERİ
- Armağan Özgörkey
- Temel Aycan Şen
- Rahmi Gençer & İbrahim Kantarcı
- Levent Akgerman
- Ayhan Sicimoğlu
- Serra Yılmaz
- Zeliha Sunal
- Ender Yorgancılar
- Hakan Eren
- Tufan Ünal
- Cenk Bosnalı
- Emre Kızılgüneşler
- Tomris Çetinel
- Prof. Ercan Tatlıdil
- Şerife İnci Eren
- Aydın Uştuk
- Rana - Selçuk Alagöz
- Şafak Fişek
- Şebnem Bursalı
- Babacan Pesenkurdu
- Feyza Hepçilingirler
- Nafi Çil
- Gürkan Renklidağ
- AKŞAM KAHVESİ | "2013-2014 YAYIN DÖNEMİ"
- Cemal Özgörkey
- Rahmi Gençer
- Kemal Çolakoğlu
- Bülent Akgerman
- Enis Güner
- Beyhan Murphy
- Alphan Manas
- Ayhan Sicimoğlu
- Ali Nail Kubalı
- Prof. Ömer B. Tek
- Betül Elmasoğlu
- Filiz Sarper Eczacıbaşı
- Haluk Özyavuz
- Prof. Erol Özmen
- Oğuz Özkardeş
- Rebii Akdurak
- Füsun Önal
- GÜNCEL BAKIŞ | 2008-2009-2010-2011-2012 YAYIN DÖNEMİ
- İzmir Ticaret Odası Eğitimleri
- Konak Belediyesi Eğitimleri
- Verdiği Röportajlar
- Ege Telgraf - Gülşah Elikbank - 20 Eylül 2014 Cumartesi
- Kalemsiz Dergi - Özgün Kabacaoğlu - 10 Eylül 2013 Perşembe
- Megalife - Sezin Sivri - 17 Haziran 2011 Cuma
- Milliyet - Erkan Sevinç 11 Haziran 2011 Cumartesi
- Hürriyet - Deniz Sipahi - 18 Temmuz 2010 Pazar
- Posta - Sezin Sivri -- 09 Ağustos 2009 Pazar
- Özgeçmiş
- Makaleler
- Konuk Olduğu Televizyon Programları
LİDERLİK DÖNÜŞÜYOR YA SİZ?
LİDERLİK DÖNÜŞÜYOR YA SİZ?
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz)
Etrafımıza şöyle bir baktığımız zaman başarılı ya da başarısız birçok yönetici örneği görebiliyoruz, üstelik pek de zorlanmadan. Ancak başarılı lider bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Lider ile yönetici arasındaki farkı Warren G. Bennis şu sözüyle çok güzel özetliyor: “Yönetici ‘işi doğru’ yapar, lider ise ‘doğru işi’ yapar. Yani yöneticiler kurallara bağlı çalışır, liderler ise kurallara pek aldırmaz. Yöneticiler çoğu zaman kuralları savunur, liderler ise kuralları esnetmeye ve değiştirmeye çalışır.
Bu konuya dair en çok tartışılan ve konuşulan da liderliğin doğuştan mı yoksa sonradan mı olduğudur. Liderler doğuştan mı liderdir, yoksa bu vasıfları öğrenerek mi lider olurlar diye sürekli tartışılır. Liderlik doğuştan değil, çabayla ve ter dökerek elde edilir. Liderliğin doğuştan yani genetik faktörlere bağlı olduğu söylemi tehlikeli bir liderlik efsanesidir. Bu efsane, insanların bazı karizmatik niteliklere doğuştan itibaren sahip olacaklarını veya olmayacaklarını iddia eder. Halbuki liderler yaratılır, doğmaz. Doğuştan lider olunsaydı, tarih kitaplarında okuduğumuz o efsanevi liderlerin torunları bugün hala bizi yönetiyor olurlardı, keza bazı kesimlerce veliahtlar(!) diye adlandırılan aile şirketlerindeki yeni kuşak çocuklar, torunlar… Velhasıl kuşaktan kuşağa aktarılır giderdi.
Başarısız organizasyonlara baktığımızda bunların genellikle fazla yönetilen ama az yönlendirilenler olduğunu görürüz. Uzun menzilli bakış açısına sahip olan liderlerin aksine yöneticilerin kısa mesafeli görüşü vardır. Yöneticiler statükoyu kabul eder, liderler ise meydan okur. Bulunduğu alanı idare eden yöneticinin aksine, lider sizi yeni bir alana taşır. Liderler katılıma önem verirken, yöneticiler uyuma önem verir. Yönetici yönetir, lider ise yönlendirir. Liderler insanlara olayların tam göbeğinde olduklarını hissettirirler, çemberin dış kenarında değil.
Şimdiye kadar gözlemlediklerimden ve yaşadıklarımdan liderlik vasıflarının iki başlık altında olduğunu söyleyebilirim; korku liderliği ve vizyon liderliği… Korku liderliğinin tarih boyunca insanoğluna çektirdiği büyük acıları okuyoruz tarih kitaplarından… Ve özellikle siyasette en fazla uygulanan, insanların korkularını körükleyen, toplumun en karanlık duygularını sömürerek toplumu yönetmeye çalışan liderlik türü… Biraz dikkat ederseniz korku liderlerinin hayallerimize ve geleceğimize değil, daima korkularımıza hitap ettiklerini görürsünüz. Hitler, Stalin, Miloseviç, McCarthy ve İdi Amin gibi isimler bu anlamda meşhur olanlarından bazıları… Toplumda çaresizlik içindeki kitlenin üstünde iz bırakarak ve taraf bularak işe başlayan korku liderlerinin amacı her zaman bu çaresizliği artırarak hedefledikleri gücü ele geçirmektir.
Çevremizde sürekli başkalarını suçlayan birileri varsa, bu kişileri gözlemlediğimizde genelde reaktif bir kişiliğe sahip olduklarını görebiliriz. Sonuçta mental olarak kendisine ve dahi ailesine bile faydası olmayan reaktif bir kişinin topluma ne faydası olabilir? Dolayısıyla birini liderlik koltuğuna oturtmaya gayret sarf ediyor ve oyumuzu veriyorsak en azından reaktif bir kişi olmadığından emin olmamız gerektiğini düşünmeliyiz.
Korkularımıza hitap eden liderlerin toplumumuzu nasıl etkileyeceğini düşünerek dikkatli adım atmamız ve onlardan uzak durmamız yerinde olacaktır.
Asıl hayran olunacak lider tipi, ikinci olarak bahsettiğim vizyon liderliğidir, esas liderlik budur. Korkularımızdan ziyade hayallerimize hitap eden vizyon liderleri bizlere ilham verir ve geleceğin daha iyi olacağına ikna ederek onlarla birlikte macera dolu bir yola çıkmamızı sağlarlar. Tarihe baktığımızda her bir vizyon liderine karşı onlarca korku liderine rastlarız. ABD’nin eski başkanı Eisenhower, korku yönetiminin neden liderlik olmadığını şu sözlerle vurgular: “İnsanların başına vurarak liderlik edemezsiniz. Bu liderlik değil, saldırganlıktır.”
İster siyasi arenada, ister çalıştığımız şirkette bizlere liderlik edenleri, bize güzel bir gelecek vaat edenleri takip etmek zorunda olduğumuz için değil, istediğimiz için takip etmemiz gerekir. Gerçek liderler bize ilham verir. Son zamanlarda öne çıkan şefkatli liderliği de barındıran vizyon liderleri, ruhumuzu fethederek harekete geçmemizi, aldığımız ilhamla daha geniş çapta hizmet vermenin tatminini bize yaşatarak kendi kapasitemizi aşmamızı sağlarlar. Liderlik kapasitesi yüksek insanlar, çalışma arkadaşlarına verdikleri ilhamla, şirkette herkesin daha iyi geçinmesini, müşteriye daha iyi hizmet verilmesini, şirketteki ortamın daha verimli olmasını ve her bireyin çalıştığı ortamdan daha ileri seviyede tatmin olmasını sağlamayı bilirler. Aynen esas başarının, bu başarıyı başkalarıyla paylaşmakta yattığını bildikleri gibi. Hayranlık duyup örnek aldığımız vizyon liderleri arasında çok farklı ve benzersiz bir yeri olan Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Abraham Lincoln, Mahatma Gandi, Winston Churchill, Nelson Mandela ve Martin Luther King’i sayabiliriz. Bu isimleri dikkatle incelediğinizde enteresan birkaç benzerlik göze çarpar. Bu dev isimler, yumuşak karakterli olup kolayca etkilenir gibi görünseler de zor zamanlarda adeta çelikten yapılmış bir iradeye sahip olduklarını hissettiren; inançları ve prensipleri için hayatlarını bile tehlikeye atmaktan çekinmeyen insanlardır.
Vizyon liderlerinin başka bir benzerliği ise, her birinin, özgürlük, istiklal ve hürriyet sevdalısı olmalarıdır. Her vizyon lideri, toleransa olan inancını açıkça dile getirir. Ama vizyon liderleri ne kadar hoşgörülü olurlarsa olsunlar, hoşgörüsü olmayanlara karşı katiyen müsamaha göstermezler, gösteremezler de. Çünkü hoşgörüsü olmayanlara tolerans göstermek, hoşgörünün ölüm fermanı olur. Farklılıkları hoş görmek ama farklılıklara müsamaha göstermeyenlere toleranslı davranmamak misali…
Dikta yönetimine inananlara hayatımızın her safhasında rastlarız. Hitler’in arzuları onunla ölmedi, onun gibi düşünen mini diktatörlerle hayatın her safhasında karşı karşı gelmiyor muyuz? “Benim dediğim olacak” diyenlere rastlayınca her seferinde gözümüzü yumup onları görmezden mi geleceğiz, yoksa konuyu Tanrı’ya mı havale edeceğiz? Trafikte arabasından çöp ve izmarit atanlara, başkalarının haklarını gasp edenlere ve benzerlerine müsamaha göstermeyenlere de sıkça rastlarız. Ya bunlarla mücadele edeceğiz ya da hayatın pasif seyircileri olduğunu kabullenmiş insanlar olarak bize yapılanlara ses çıkarmayacağız. Sanırım vermemiz gereken bu karar hem zor hem de çok kişisel. Bir parça liderlik sergilemek istiyorsak mücadele edelim ama her daim gözümüzü kapatarak daha güzel bir dünyanın bize verilmesini de beklemeyelim.
Şirketlerde gerçek liderler, hayatlarını siyasi liderler kadar tehlikeye atmayabilirler veya geçmişteki gibi idam talebiyle yargılanmayabilirler elbette ama günün sonunda bu insanların da inandıkları konularda taviz verdiklerine pek rastlamayız. Gerçek liderlik, çalışanları için özveride bulunarak onları korumak ve geliştirmekten geçiyor. Üstünde isim plakası bulunan bir masayı ve organizasyon şemasında bir kutucuğu işgal etmekle liderliğin elde edilmediği çok açık. 20. yüzyılın yatırım duayeni olarak adlandırılan dünyanın en zengin insanları arasında yer alan Warren Buffett, ona bağlı şirketlerin başkanlarıyla nasıl çalıştığını, kendilerinden neler beklediğini şöyle anlatıyor: “Berkshire’da yöneticiler işlerini yürütmeye odaklanır. Onlar, merkezdeki toplantılara tabi değildir, finansal sıkıntılarla uğraşmaz ve Wall Street tarafından taciz edilmezler. Onlar sadece iki yılda bir benden bir mektup alırlar ve istedikleri zaman bana ulaşabilirler.” İki sayfalık holding raporunda Buffett, çalışanlarından daima bir tek önceliğe odaklanmalarını ister; “Berkshire şirketinin itibarını korumak.”
Buffett talimatına şöyle devam ediyor: Şirketin kurallarını kitaplar değil, şirket kültürü ve organizasyonun davranış şekli belirler. Warren Buffett’ın bu kadar basit, buna karşılık bu kadar zor bir lider olduğunu, tüm çalışanlarına ve yönetimine yazdığı bu yazılar ve beklentileri kanıtlamıyor mu?
Amerikalısından Çinlisine, Brezilyalısından Alman’ı ve Türk’üne dek şirketinin hemen her din, dil ve ırktan hissedarı olan Buffett, seneler sonra, 2008 yılında, 62 milyar dolar servetle Forbes dergisi tarafından “dünyanın en zengin insanı” seçilirken halen 1959 yılında 31 bin 500 dolara satın aldığı evde yaşamaya devam ediyordu, keza kullandığı arabası öyle son model değil, en az 15-20 yıllıktır.
Gerçek liderler herkesin meşgul göründüğü ortamı değil, herkesin sorumluluk hissettiği, önceliklerini çok iyi bildiği ve belirlenen hedefe doğru koştuğu bir takımı ve bu ortamı yaratanlardır. Gerçek liderler, takım arkadaşlarının attığı her adımı yönetenler değil, takım arkadaşlarını serbest bırakarak onlara olan güvenini ve inancını vurgulayan kişilerdir.
İster elde edeceğiniz ciro olsun ister pazar payı veya kariyer, başarının önemli sırlarından biri de insanların gönlünü fethetmektir. Yönetim ve liderliğin esası, alınan MBA derslerinden ziyade insanların gönlünü fethetmekte… Gerçek liderlik ve yönetim, insanların gönlünü ve ruhunu fethetmekle başlıyor, okuduğumuz kitapla ve katıldığımız kurslarda aldığımız diplomalarla değil. Kitaplar insana ölçmeyi, sorgulamayı, teorik düşünceyi, örnek olay incelemelerinden alınacak dersleri gösterebilir. Ancak insanların ruhunu fethetmenin, empati kurmanın veya örnek olmanın önemini, ne kadar yazsa da yeterince vurgulayamaz. Liderlik, pozisyon veya parayla da olmuyor, birçok üniversite mezununun düşündüğü gibi sırf eğitimle de olmuyor. Liderlik, inançla, vizyonla, empatiyle ve hayallerle oluyor. En önemlisi ise insanların kalbini fethetmekle… Liderleri, yöneticilerden ayıran da budur. Lider, bağ kurmayı tercih eder, önceliği budur. Liderseniz, ne söylediğinizin değil, ne yaptığınızın önemli olduğunu anlarsınız.
Gerçek lider, çalışanlarına en yüksek maaşı veren veya onlara en iyi hakları sağlayan kişiler de değildir. Gerçek lider, çalışanlarına akıllıca risk almayı öğretir ve teşvik eder. Çalışanlarına yetki ve sorumluluğu devretmesini bilen, gerektiği zaman onları koruyan ama en çok da çalıştığı arkadaşlarına ilham veren ve geniş bakış açısı sağlayan kişidir.
Liderlik konusunda bir diğer örnek, Andrew Grove’un anlamlı bir tavsiyesi de son derece dikkat çekicidir. Grove şöyle der; “Liderlik kapasitesini geliştirmek isteyen, cesur davranmaktan korkmayan ve kendine güvenenler için denemeye değer bir tavsiye; Özür dilemek, izin almaktan daha kolaydır.”
Vizyon liderliğinde kuşaklar değiştikçe o kuşağa uygun yeni nesil yönetim anlayışı da süreçlere dahil oluyor. Nihayetinde yaşam ve liderlik yolculuğu, koşullara bağlı olarak farklı optimal eylemleri gerektiren, hiç bitmeyen bir döngüler dizisi... Bu yolculukta zaman içersinde X kuşağına uygun yönetim tarzından, Y kuşağına uygun yönetim tarzına geçildi. Ancak şimdilerde artık Z kuşağına uygun yönetim tarzına geçiliyor. Z kuşağına uygun yönetim tarzına geçip geçemeyeceğimizi de o kuşağı iyi anlama çabamız, miktarımız belirliyor.
Pandemi öncesi başlayan ancak pandemiyle birlikte iş yaşamından, siyasete ve sosyal yaşama dek dünyanın hızla değişim ve dönüşüm içine girdiği bir süreçte dönem artık bizlere, “her şeyi bilirim” zihniyetinden ziyade “her şeyi öğrenebilirim” zihniyetine sahip olmamız gerektiğini dayatıyor. Liderin öncelikle şimdiye dek yani yıllar boyu öğrendiği bilgileri de bir tarafa koyarak “Ben her şeyi bilirim” düşüncesinden uzak, dönemin getirdiği yeni bilgileri öğrenmeye, uygulayabilmeye dair esnekliği, aranan değer olarak önümüzde duruyor artık…
Sürekli bir veri bombardımanı altında olduğumuz bu dönemde o verileri sadece toplayabilen değil, birleştirip anlamlı bir sonuç elde edebilenlerin, gelişimin kucaklayıcısı olanların, iletişimi üst düzeyde iyi olanların, kritik ve analitik düşünebilenlerin, merak edenlerin, teknoloji ile gelişme becerisi gösterenlerin, kapsayıcı anlayışa sahip olanların, bağ kuranların, kast sistemi gibi hiyerarşik/bürokratik yapılarla değil “iletişim ve insan odaklı” öğrenen organizasyonlarla insanları harekete geçirerek birlikte ilerleyenlerin, şeffaflık, açıklık, anlayış ve etik yaklaşımlarla her bireyin sorumluluklarının bilincinde olduğu hesap verilebilir bir ortamla topluluğun bağlarını güçlendirenlerin, yapay zeka ve robotların da baby boomer, x, y ve z kuşaklarıyla birlikte kuşaklar arasında yer alacağı ve iç içe yaşayacağı böyle bir beşliyi ustalıkla bir arada yaşatabilenlerin lider olarak öne çıkacağı bir dönemdeyiz. Yeni liderlik kriterleri artık bunlar…
Aylin ONART
Yeniden Merhaba Dergisi
Aralık 2021
(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'le Youtube kanalımdan sesimden dinleyebilirsiniz.)